MardinLife Mardin Tanıtım Rehberi
Yükleniyor...

 
 English  French  German  Spain  Italian  Dutch       Russian  Portuguese  Japanese  Korean  Arabic  Chinese Simplified      
   
 
Google
  Web   Sitede Ara

MardinLife Mardin Tanıtım Rehberi

halkhikayeleri

HARUN REŞİT VE KARDEŞİ BEHLÜL

               Abbasi Halifelerinden Harun Reşit, Fakirlik deryasında yüzen fakat gönlü zengin olan kardeşi Behlül’e (halk arasında Divan-ı Behlül olarak bilinir.) maddi yardımda bulunabilmenin bir yolunu düşünürken; Behlül’ün, baklavayı çok sevdiğini  fakat parası olmadığından yiyemediğini öğrenmiş, baklavacıyı huzuruna çağırtıp, büyük bir baklava tepsisi hazırlamasını ve her diliminin içine birer altın koyup bunu hemen Behlül’ün evine götürmesini fakat baklavanın kim tarafından  gönderildiğinin söylenmemesini  emretmiş....

Derhal emir yerine getirilmiş, baklava tepsisi Behlül’ün evine götürülmüş, her şeyden habersiz olan gururlu Behlül, bunu alamayacağını söylemişse de, yapılan ısrarlara  daha fazla dayanamayıp almış fakat sonradan fikir değiştirip bunu fakir olan komşusuna göndermiş.. komşusu da, çoluk çocuğuyla birlikte büyük bir keyifle hem baklavı yemişler hem de çil çil altınları sevinç çığlıklarıyla toplamışlar........

Bu olayı öğrenen devrin halifesi, çok üzülmüş ama yine de yufka yüreğine kapılarak bu gururlu kardeşine yardım etmenin başka yollarını düşünmeye başlamış.... Aklına parlak bir fikir gelmiş ve bu fikrini de uygulamaya koyulmuş...Behlül’ün gidip geldiği yola gizlenen Harun Reşit’in görevli adamları, Behlül’ü uzaktan görünce Harun Reşit’in emretiği gibi, yanlarında getirdikleri altın dolusu çuvalı yolun ortasına bırakıp gizlenmişler.....Behlül herşeyden habersiz düşünceli düşünceli yürürken tam çuvala yaklaştığı anda "acaba körler nasıl yollarını buluyorlar?" diye merak etmiş ve gözlerini kapatmış ...böylelikle altın dolusu çuvalı geride bırakarak yoluna devam etmiş....

 

 

PADİŞAH VE OĞLU

          Uzakça bir ülkenin padişahı, yeni doğmuş biricik erkek evladının, on yaşlarına gelince, akrep sokmasıyla öleceğini müneccimden öğrenmiş ve bunu önlemek için, denizin ortasına camdan bir kule yaptırıp, oğlunun; bakıcılarıyla, dadılarıyla bu kulede yaşamalarını emretmiş...

          Aradan yıllar geçmiş, çocuk on yaşlarına basmış. Merak ederek, hocasına, "niçin burada yaşamaya mecbur tutulduğunu" sormuş, hocası, durumu olduğu gibi anlatmış. Bu sefer de çocuk, "akrebin nasıl bir şey olduğunu" merak edip sorunca, hocası, çocuğun merakını gidermek için mumdan bir akrep yapıp çocuğun eline vermiş. Mumdan yapılmış akrep,  Allah’ın takdirleriyle canlanıp çocuğu sokup ölümüne neden olmuş....

        Padişah ömrünün bu yıllarında  da  kadere karşı gelinemeyeceğini böylelikle öğrenmiş...

 

 

TÜCCARLA HAMAL

           Tüccarın biri, aldığı cam mamullerini hamala taşıttırmak mecburiyetinde kalınca, hamala ücret ödememek için yolda  bir kurnazlık düşünmüş ve bunu hemen uygulamaya koyulmuş:

        - Hamal kardeş,taşıma ücretine karşılık sana yaşamın boyunca yararlı olacak üç öğüt vereceğim ister misin? diye sormuş. Yükün altında ağır ağır ilerlemekte olan hamal, içinden : "Bu ücreti alsam da bu gün harcayacağım ama bu akıllı tüccarın öğütleri hem daha yararlı hem daha kalıcı olur, öyle ya deneyimli ve akıllı olmazsa bu kadar varlıklı olur mu?"  diye düşünmüş ve bu öneriyi hemen kabul etmiş.Cimri tüccar,gayet memnun ve kurnazca gülümseyerek söze başlamış:  

         -Bak hamal kardeş; sana “ aç ile tok birdir. “deseler sakııın inanmaa! Bu birincisi....

Hamal içinden: “vay hınzır vay!..” Bunu bilmeyecek ne var ki, haydi neyse belki diğer iki öğüt işe yarar.” diye düşünerek kendini teselli edip dinlemeye devam etmiş.

        -Hamal kardeş, sana çalışkan ile tembel insan birdir. deseler sakııın inanmaa! Bu ikincisi...

Hamal yine dayanamamış ama kendini zor tutup dinlemeye devam etmiş.

       -Hamal kardeş , Sana" güzel ile çirkin birdir." deseler sakııın inanmaa!  Bu da  üçüncüsü..  deyince, hamal:

      “Vay adi insan, demek bana oyun oynadın   ha! şimdi sen görürsün gününü, fakir hamalın ücretine göz dikmek neymiş anlarsın!” diye içinden geçirmiş ve güçlü bir hamle yaparak sırtındaki yükü yere atmış tabii cam mamulü yükün hepsi şangır şungur tuzla buz olmuş. Gariban hamal, tüccarın şaşkın bakışlarına aldırmayarak:

        - Ne haber Beyzadem?..Sana da tek bir şey sağlam kalmıştır deseler sakııın inanmaaa!.. demiş.

 

 

AKIL  İLE  ŞANS

       ...Ve akıl ile şans çarşının ortasında yine kapışmışlar  her   zaman   yaptıkları gibi; akıl: “insanlar için daha çekici” olduğunu ileri sürerken, şans bunu şiddetle ret edip  kendisinin “daha çekici” olduğunu savunmuş  böylelikle  atışma ve tartışma ateşlendikçe ateşlenmiş,  derken  iddiaya girmişler:

      Akıl, hemen kasap dükkânın önünde duran  koç kellesinin içine girerek beklemeye  koyulmuş saatlerce bekleyerek durumu gözlemiş:koç kellesinin yanından geçenlerin hepsi bu koç kellesini gördüklerinde surat-

larını ekşitmiş, burunlarını tutmuş ve birbirlerine     "kellenin ne     kadar iğrenç bir şey” olduğunu  söylemişler.

     Akıl, kellenin içinden çıkmış ve bu sefer onun yerine şans

girerek beklemeye başlamış; biraz sonra bu kellenin çevresinde

toplanan insanlar,bu kelleyi derin bir hayranlıkla  seyrederek;

“ ne kadar çekici, ne kadar güzel ve harika bir şey olduğunu”

söylemiş ve bunu almak için birbirleriyle yarışmışlar...

      Bu koç kellesine en fazla parayı sayıp alan kişi kendisini  şanslı saymış ve böbürlenerek aldığı bu paha biçilmez değerli kelleyi evinin başköşesine asmış.

          Böylelikle bir yarışmanın daha  galibi her zaman olduğu  gibi yine ŞANS olmuştur.

 

 

 

 

KRAL İLE MARANGOZ

Zamanın birinde çok uzaklarda bir ülke varmış, bu ülkenin başında da zalim mi zalim,bencil mi bencil yaşlı bir kral varmış, bu kral o kadar zalimmiş ki halkına büyük zulümler, o kadar da bencilmiş ki, kişisel mutluluğu için herkesi mutsuz etmekten çekinmezmiş.

Kral, günlerden bir gün odasının penceresinden dışarıyı gözetlerken, sarayın karşısında bulunan; derme-çatma, alçak-basık damlı, yarı yıkık, dökük, küçük  kulübeye benzeyen bir ev ve bu evin bahçesinde çamaşır asmaya çalışan genç ve  dillere destan olabilecek kadar güzel bir bayan dikkatini çekmiş, bu bayana göz diken kral, gizlice  araştırıp soruşturmuş ve bunun fakir bir marangozun eşi olduğunu öğrenmiş.

         Marangozu ortadan kaldırıp eşine sahip olmanın yollarını düşünmüş ve yaptığı sinsi plânı uygulamak için hemen marangozu dükkânından aldırtıp huzuruna çıkartmış. Her şeyden habersiz bu zavallı marangoza, hiddetli bir yüz ifadesi ve öfkeli bir sesle:

-Beni iyi dinle Marangoz Efendi, sarayımın beş yüz kapısı ile bin adet penceresinin yenilenmeleri gerekiyor, en geç yarın sabaha kadar bu işlerin bitirilmesini emrediyorum!. zavallı genç marangoz, titrek bir sesle ve kekeleyerek:

- Ama kral hazretleri be.. ben bu... bun laarrı..nasııl..........

-  Ne!  bana karşı mı geliyorsun ha! Terbiyesiz!.  küstah!...

-Amaaan efeendim been ben demek iste..

- Kes!..yarın sabaha kadar bu işler ya biter ya da kellen gider, haydi şimdi defol karşımdan!....

zavallı marangoz çökmüş, yıkılmış ve perişan bir halde saraydan ayrılmış.............

Akşam, çok kötü ve perişan bir durumda evine  gittiğinde eşi, tasalanarak ne olduğunu sorup öğrenince kendiside yıkılmış ve iki gözü iki çeşme dövünüp ağlamaya başlamış.

Gece boyunca bir yandan üzülüp ağlamışlar bir yandan da bu genç ve akıll kadın, zavallı kocasını avutmaya çalışarak ikide bir kocasına:

- Üzülme kocacığım, Allah büyüktür, O her şeyin çaresini bulur, Gün doğmadan neler doğar... deyip durmuş....

Sabahın ilk ışıklarıyla kapıları yumruklanarak, tekmelenerek   büyük bir gürültüyle çalınınca yürekleri ağızlarına gelmiş ve birbirlerine korkuyla sarılarak bir yandan ağlamış diğer yandan öpüşerek vedalaşıp helâlleşmişler.   Zavallı genç marangoz, kapıyı açmasıyla içeriye büyük bir hışımla dalan sarayın askerleri; öfke ve heyecanla marangoza bağırmışlar:

- Haydi çabuk ol! sallanma Marangoz Efendi! Dün gece yarısı ölen kral hazretlerine tabut yapacaksın!............................................

Marangoz, rahatlamış bir durumda askerlerle beraber dükkânın yolunu tutarken, arkasından sevinç gözyaşları döken akıllı güzel ve genç eşi kendi kendine:

- Kocacığım, ben sana Allah büyüktür.Gün doğmadan neler doğar dememiş miydim? diye mırıldanmış....           

Bugüne Kadar 231412 ziyaretçi Burdaydı

sponsor alanlar veya bağlantılar


Mardin Haber

etiket güneşi

Dost Siteler

istatistik

Kopirayt

Online ziyaretçi

Bugün: 80 ziyaretçi

Sayfa Gösterimi: 150 klik

IP Adresiniz: 13.58.82.79

Tasarım:Tugay Tekeci
Düzenleyen: Musa Akdağ


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol